Ömrünü Ümmete Adayan Erbakan (27 Şubat 2011)

“Hepinizi hürmetle muhabbetle selamlıyorum, sevgiyle kucaklayıp bağrıma basıyorum.” cümleleriyle başlardı, en hiddetli konuşmalarına bile. Kâinatın insan eliyle kirletildiği, şiddetli bir zulüm fırtınasının, insan izzet ve onurunu basit birer aksesuarmışçasına şahsiyetlerden çıkarıp bir kenara savurduğu, insanî erdem kandillerinin bir bir söndürüldüğü bir dönemde, karanlıkta kalanların beklediği ışıktı, baharı başlatan çiçekti o.
Söndürülen kandillere kıvılcım olmaya niyetlenmiş bir lütuftu. …ve Hakk’ı hakim kılmak için bir kıyam, bir yürüyüşün önderiydi o. Maddiyatı, gücü, parayı kendine rehber edinmiş hangi sistem varsa, ayakları altında çiğnedi bu yürüyüşle. Hakk’ı üstün tutmayı dava bildi, yalnız Hakk’ı dava edindi. Hakiki bir dava adamıydı o.
Sömürü düzeninin şah damarını kesmek üzere; üretimle, sanayi ile başladı dirilişe. “Bu toplum, toplu iğne bile üretemez!” dendiği bir vakitte, Türk’ün ve Müslüman’ın çalışkanlığını ispatı borç bildi boynuna. Ağır sanayi hamlesi, Anadolu’da dalga dalga yayılıyordu. “Hakka inanan herkese, halka hizmet borç olur!” kelamı asılıyordu meydanlara. Millet, zalimin oyununa çomak sokmaya çağırılıyordu genciyle, yaşlısıyla. İnsanlığa hizmete davet ediliyordu herkes. …ve böylece, bir milletin makus tarihi değişmeye başlıyordu. Kültüründe yatan irfanı hatırlayan aziz millet, milli görüşe, Sultan Fatih’in görüşüne böyle sahip çıkıyordu. Bu diriliş, bu uyanış, manevi köklere bu yeniden sarılış, batıl düzenin sahiplerini elbette rahatsız etmekteydi.
Hilal ve başağın Anadolu’ya Refah getirmesiyle; faizsiz ekonomik sistemin, üretimin, ‘önce ahlak ve maneviyat’ ilkeli eğitimin ve hepsinin temelindeki yüce gaye olan ‘adil bir dünya’ kurmanın önü açılıyordu artık.
Defalarca önü kesildi, siyasi partileri kapatıldı, tehdit edildi, yasaklar getirildi, hapsedildi. Sabır, sebat ve iradenin timsaliydi o. Hiçbir Müslümanın, nefes aldığı müddetçe, ne olursa olsun hak davasından vazgeçemeyeceğini canlı canlı öğretendi bizlere.
Lekelenmiş siyasete, zarafeti getiren adamdı o. Kendisine en ağır hakaretlerle saldıranları dahi, nezaketi ve mizahıyla güldüren adamdı. Kutuplaştıran, halkı birbirine ötekileştiren siyasi piyonların aksine, hak yolda birlik olmayı dilinden düşürmeyen liderdi.
Milletin meclisinin duvarlarını ilk onun sesi titretti “Bana ne Amerika’dan!” naralarıyla. Duvarlar titrerken melekler bir bir kaydetti kürsüden yükselenleri: “Çünkü ben vatanımı seviyorum, çünkü haksızlıkların karşısındayım, ben bunu, bana oy versinler diye yapmıyorum, Allah rızası için yapıyorum, Allah rızası için!”
…ve bir insan ömrüne sığdırılmış sayısız icraatlar… Kıbrıs’ın fethi, Bosna direnişinde bizatihi fiili adımlar, D-8 İslam Birliği kuruluşu, Amerika’ya ve İsrail’e fiili yaptırımlar… Dünyayı yöneten gizli güçleri, siyonizmi ve siyonizmin batıl sistemini her yerde herkese anlatarak, insanlığın bu çağdaki hocası olmuştu o, Erbakan Hocası.... İlk mescidimiz, gözümüzün nuru Kudüs’ümüzü alet ettikleri kirli planları açığa çıkarandı o. Sultan Abdülhamid’in kurtlar sofrasında verdiği mücadelenin bu çağdaki önderiydi. Aynı hak davayı savundular, aynı siyasi planlara maruz kaldılar, aynı yalnızlığı tattılar…
Tarihler 16 Ocak 1998’i gösterdiğinde yine unutulmaz bir ana şahitlik etti dünya. Zahiren tüm emekler bir kenara atılıyor, kısa sürede böylesine kalkınmış ülkeye bir balyoz indiriliyor, tüm icraatlar ezilip yok ediliyordu. Refah Partisine olan teşekkür borcu, kirli eller tarafından parti kapatılarak ödeniyordu; ama onun derdi yine milletiydi. Milletine dokunabilecek zararlardan ürküyor ve şu kelam dökülüyordu dilinden: “Olay, aslında tarihin akışı içerisinde fevkalade basit bir olaydır. Bundan dolayı huzuru, sükûneti muhafazaya her zamandan daha fazla riayet etmeliyiz. Türkiye’de halkımızın muazzam bir bölümünün partisi olan Refah Partisi ve onun davası, bu kararlardan zerre kadar etkilenmez. Irkçı emperyalizmin dağları yerinden oynatacak organizasyonları olsa da biliniz ki Allah’ın dediği olur…”
Herkesin gönlüne farklı nitelikleriyle taht kurmuştu o; ‘baharı başlatan çiçek’, ‘gamzesine Kudüs’ü konduran adam’, ‘Savunan Adam’ ve gönüllerdeki müşterek bir haykırışla, ‘MÜCAHİT ERBAKAN’…
“Ne yaptıysam, Allah rızası için yaptım.” diyerek irtihal etti ahiret hayatına. …ve bir ricası vardı bizlerden; “Şahit olun, şahit olun, şahit olun…”
Onun davasını kıyamet sabahına kadar yaşatmaya söz vererek haykırıyoruz;
Şahidiz Yâ Rab, şahidiz Yâ Rab, şahidiz Yâ Rab…
-Muhammed Erkam GÖKDEMİR-
Tuba Ceylan
Yüreğine kalemine sağlık kardeşimm.. İnce ayrıntılarla kısa bir özet geçmişsin, çok şahane anlatmışsın.. Allah razı olsun ????.